16 Aralık 2013 Pazartesi

SANATIN VE SANATÇININ ŞEHRİ VİYANA


Yine bir şirket gezisi yeni bir rota. Günler öncesinden araştırmalar yapılırken ne yenir ne içilir nereler gezilir çıkarılır bakalım kısmetimizde ne kadarını yapmak var. 13.12.2013 sabah saat 03:00 te servisler bizleri alıp Sabiha Gökçen Havaalanı'na götürüyor. Saat 07:10 da uçuşuğumuz var saat 05:00 te havaalanındayız. Check-in’ler yapılıyor ve uçuşa hazırız. 07:10 da kalkması gereken Freebird havayollarına ait özel uçağımız 07:25 te kalkıyor rötar var ama neyseki fazla değil :) 09:35 te Viyana havaalanına varıyoruz. Ama
yerel saatle saatimiz 08:35 oh fazladan bir saatimiz daha var :) Sanatın ve sanatçının şehrine yakışır bir
havaalanındayız bizi önce notalar karşılıyor sonrada gezilip görülmesi gereken ünlü yerlerin bilboardları


İnventive Turizm rehberleri bizleri karşılıyor önce valizlerimizi alıyoruz pasaport kontrolden geçiyoruz sonrada gruplarımıza göre belirlenmiş otobüslerimize yönlendiriliyoruz. Bende grubumun olduğu (yeşil 2) otobüse biniyorum.
Rehberimiz ilk göreceğimiz yer olan HundertwasserHaus'a giderken bir yandanda bize şehir ile ilgili bilgiler veriyor. Almanca Wien, Osmanlıca Beç Avusturya'nın başkenti ve en büyük şehri, aynı zamanda ülkenin 9 eyaletinden yüzölçümü bakımından en küçüğü fakat Avusturya'nın yaklaşık 1/4 lük nüfusuyla en kalabalık şehri. Yüzyıllar boyu Habsburg hanedanının yerleşim yeri olan şehir Londra, New York ve Paris'ten sonra iki milyon nüfusuyla dünyanın en büyük dördüncü kentiyken, I. Dünya Savaşı sonucunda nüfusunun dörtte birini kaybetmiş.
Viyana'nın Osmanlı imparatorluğu içinde önemi büyük, Osmanlı imparatorluğu tarafından Viyana iki kere kuşatılmış fakat alınamadan geri dönülmüş. İlk olarak 27 Eylül-16 Ekim 1529 tarihlerinde I. Süleyman komutasında kuşatılmış fakat kale alınamamış ve Osmanlı ordusu İstanbul'a geri dönmüş ikinci olarak ise 1683 yılında IV. Mehmet döneminde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından kuşatılmış fakat yine başarısız olunmuş ve bu başarısızlık üzerine Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Belgrad'da idam edilmiş Padişah başarılı hizmetlerden dolayı Kara Mustafa Paşa'nın başının kesilmesi emrini geri almak istemiş ve ikinci bir emirle affedilmesini emretmiş fakat ikinci emir ulaşana kadar görev verilen ulaklar paşayı idam etmiş. Kesilip gömülen başının üzerine seng-i ibret (ibret taşı) konulmuş. Bu savaş sonucunda Osmanlının gerileme devrine girdiği kabul ediliyor.
2001 yılında Innere Stadt (İç kent) bölgesi, 1996 yılında ise Schloss Schönbrunn bölgesi UNESCO Dünya Mirası Listesine alınmış.
İlk durağımız HundertwasserHaus. Landstrasse’deki Hundertwasserhaus (Yüzsular Evi,) Kegelgasse 34-38 numarada. U3 - U4 metro hattına binerek Landstrasse durağına ulaşıldığında , yaklaşık 600 metre yürüyerek Kegelgasse ve Löwengasse'nin kesiştiği yerde köşede yer alan Hundertwasserhaus'a ( Renkli Binalar ) ulaşabilirsiniz.
HundertwasserHaus evleri ; Mimar Joseph Krawina tarafından planlanmış ve Friedensreich Hundertwasser tarafından hayata geçirilmiş 52 adet daire ve 4 adet dükkândan oluşuyor. Viyana Belediyesi’nin 1983-1985 yıllarında yaptırdığı birçok belediye evinden en büyük farkı; düz çizgileri ve simetrik yapısı olan binaların insan doğasına uygun olmadığını düşünen mimarın, doğada hiçbir şeyin düz çizgileri olmadığından hareketle, binanın hiçbir yerinde düz öğe kullanmamış olması, dış yüzeyinin rengarenk seramiklerle kaplı olması,tabanın dalgalı eğri büğrü olması ve pencerelerinin ise hepsinin birbirinden farklı ve yamuk olması.







 Dalgalı taban fikri “ Eğri büğrü bir yüzey, ayaklara tatlı bir melodi gibi gelir” düşüncesine dayanmaktadır. Sadece binalar değil binaların bulunduğu sokaktaki Arnavut kaldırımlarıda dalgalı taban olarak yapılmış.




Ayrıca binanın terası 250 adet ağaç ile yeşillendirilmiş. Friedensreich Hundertwasser “Düz çizgi, yaratıcılıktan uzak ve tanrısızdır, köşeli cetvellerle vicdan azabı çeken kişiler tarafından yaratılmıştır”, “Eğer mimarlar insanı yüceltmek istiyorlarsa, eşit olmayan zeminler tasarlamalılar ki insanoğlu dengesini tekrar bulabilsin”. ve "Ressam özgür olmak istediği evler ve mimariler hayal eder ve bunları da gerçekleştirir." demiştir.
Daha detaylı bilgi için http://www.das-hundertwasser-haus.at/ internet sitesinden bilgi alabilirsiniz.

Evlerin tam karşısında bir de Hundertwasser Village adıyla içinde çeşitli hediyelik eşya dükkanları, kafe ve yine asimetrik şekilli bir tuvalet bulunan bir çarşı var.Her yerde mozart çikolataları, t-shirtleri, minik klasik müzik çalan kutucuklar,seramikler,tablolar....






Gitmeden önce yaptığım araştırmalarda yenilmesi gereken olmazsa olmazlar arasında Mozart çikolatası vardı.Gördüğüm ilk dükkandan, biri yuvarlak diğeri oval olan birbirlerinden farkını bilmediğim iki çikolata alıyorum ve ikisi için 1.20 € ödüyorum.

Yuvarlak olanın en orta kısmında fıstık ezmesi,üstünde karamel tadı olan bir başka katman en üstte ise çikolata var. Oval olanın farkı ise içinde fıstık ezmesi bulunmaması. Benim damak tadıma göre çok ekstrem bir tat değil ama yiyenler bu kadar tavsiye ettiyse vardır farklı bir tadı benim anlamadığım diyorum.

Mirabell’in ürettiği “Echte Salzburger Mozartkugel” kısaca Mozart çikolataları orjinaliymiş. Bundan yaklaşık yüz yıl önce Salzburg’ta yaşayan Paul Fürst, badem ezmesinin içini pralin kreması ile doldurup bir çubuğa geçirip onu da sıcak çikolataya daldırıp bu lezzeti ortaya çıkarmış. Eskiden tek tek elle yapılırmış.
Eğer hediye almayı düşünüyorsanız en uygun fiyata Billa marketlerde bulabiliyorsunuz. Ben sadece tadacağım için karşılaştığım ilk yerden satın alıyorum.

Rehberimizin bize tanıdığı yarım saat süre bitiyor ve otobüslerimize binerek aynı zamanda öğle yemeğini altında bulunan restaurantta yiyeceğimiz "Wiener Rathaus"(Belediye Sarayı) belediye binasına doğru yola çıkıyoruz. Saat 11:00 belediye sarayı önündeyiz ve hemen belediye sarayının önünde bulunan parkta kurulmuş noel markt var. Rehberimizden saat 12:30 da Rathauskeller restaurantta buluşmak üzere ayrılıyoruz.

"Wiener Rathaus", Kent ve Eyalet Meclisi'nin binası. 19. yüzyılın sonunda inşa edilmiş olan bu Neo-Gotik tarzdaki binada en dikkat çekici unsur ön cephede yer alan ve en tepesinde üç metrelik dev heykelin bulunduğu dev merkez kule. Ön cephedeki zarif taş süslemelerde göz alıcı. Wiener Rathaus dev kulesi sayesinde şehrin birçok yerinden görülebilmektedir.

 Bizdeki ramazan ayında Sultanahmet meydanında kurulan küçük tezgahların bulunduğu var Noel Markt'ı geziyoruz. Burada neler yokki bizdeki pişi'ye benzeyen hamurdan yapılmış yiyecekler, her tarafta buram buram tarçın kokan sıcak şarap, ağaç süslemeleri, sandwichler,hediyelik eşyalar,kekler,pastalar vs...







Birde heryerde közlenmiş patatesler,kestaneler,kızartılmış patatesler var dayanamayıp bizde közlenmiş patatesten alıp tadına bakıyoruz.

Dikkatimi çeken bir başka şey ise ellerinde kupalarla dolaşan insanlar oldu biraz gözlemleyince fakediyorumki sıcak şarap içiliyor bu kupalarda. "Sturm" adını verdikleri genç ve olgunlaşmamış sarabı eğer bu kupalarda aldıysanız "Pfand" adı verilen bir depozito ödüyorsunuz.4,5€ olan şarap için 2€ da deposizto ödüyorsunuz ve şarabınızı bitirdikten sonra kupanızı teslim edip depozitonuzu geri alıyorsunuz.

Bu parkta çocuklarda unutulmamış etrafta masal anlatan oyuncaklar, küçük bir manej, oyun oynayacak alanlarda mevcut. Birde noel nedeniyle ağaçları süslemişlerki insanın gördükçe parktan ayrılası gelmiyor.




Zamanımız bitti yemeğe gitme vakti. "Wiener Rathaus" ya da eski sarayın yerine yapıldığını işaret eden ismiyle "Neues Rathaus"(Yeni Belediye Sarayı),hemen altında yer alan popüler restoranı Wiener Rathauskeller yer alıyor. Bizde buluşma yerimiz olan Rathauskeller'e geliyoruz.
Detaylı bilgi için (http://www.wiener-rathauskeller.at) adresini inceleyebilirsiniz.
Restoran çok güzel ayrı ayrı bölümlerden oluşuyor ve her bir bölümde ayrı bir konsept var. Biz şirketimize ayrılmış Grinzinger Keller adlı bölümde yemeğimizi yiyoruz.




Yemeğimizi yedikten sonra yine otebüslerimize binip otelimize doğru yola çıkıyoruz. Otelimiz Stadtpark'ın hemen karşısında bulunan İntercontinantel.Otele vardığımızda saat zaten 15:00 olmuştu. Hemen oda anahtarımı alıp odama çıkıyor ve valizimi bırakıyorum. Odalar güzel banyolar biraz küçük ama temiz özellikle kuş tüyü yastıkları bu tatilin sanırım en akılda kalıcısı olacak:)

Tekrar resepsiyona iniyorum. Bir şehir haritası alıp rehberimizden gitmek istediğim yerlerle ilgili bilgi alıp bir rota çizdiriyorum ve haritamı alıp düşüyorum tekrar yollara.
Viyana, Tuna nehrinin büyük sel baskınlarından korunmak için 3 km kadar içeride kurulmuş.Şehrin merkezi 1.Viyana (Innere Stadt), Ring bulvarının bulunduğu tarihi bölge.Osmanlılar zayıflayıp tehdit unsuru olmaktan çıkınca 19. yüzyılda şehir merkezini çevreleyen o ünlü surlar Franz Joseph tarafından yıktırılıp yerine 4 km. uzunluğunda eski merkezi çepeçevre saran yüzük, daire anlamına gelen“Ring Bulvarı” açılmış ve yapılaşma bu halka dışa doğru genişleyerek devam etmiş.
Ring bulvarı Viyana'nın kalbi ve gezilecek yerlerin çoğu bu bulvar üzerinde. Rehberimizin çizdiği rotaya göre Ring Bulvarı üzerinde ilerliyorum amacım Kelebekler evini görmek yolda beni ilk karşılayan Goethe'nin anıtı.Anıtın kendi yemyeşil fakat sol ayağının ucu dokunulmaktan sapsarı. Kimbilir vardır belki benim bilmediğim bir özelliği deyip (her ne kadar batıl inancım olmasada) ne olur ne olmaz bende ayağına dokunarak poz verip bir foto çektiriyorum.

Ring bulvarında ilerlemeye devam ediyorum solumda Maria Theresien Platz (meydanı) sağımda Hofburg sarayı var.
Maria Theresien , Avusturya Arşidükü ve Kutsal Roma-Germen İmparatoru VI.Karl’m (Charles) kızı olarak 13 Mayıs 1717 doğan ve 29 Kasım 1780 vefat eden Maria Theresia, Habsburg hanedanının devleti bizzat yöneten tek imparatoriçesi. Ayrıca kocası I. Franz Kutsal Roma İmparatoru seçildikten sonra Kutsal Roma İmparatoriçesi olarak da kabul edildi.
Maria Theresia zamanında dünyanın en güçlü kadınlarından biriydi. Kutsal Roma İmparatoru II. Leopold'un ve Fransız İhtilali'nde idam edilen Fransa Kraliçesi Marie Antoinette'in annesiydi.
VI.Karl tek oğlunun ölümü üzerine yayımladığı bir fermanla en büyük kızı Maria Theresia’yı Habsburg topraklarının varisi ilan ediyor ve bunu tüm Avrupa devletlerine onaylatıyor. Maria Theresia 1736’da Lorraine Dükü Franz Stephen’le evleniyor VI.KarL Ekim 1740’ta ölünce Maria Theresia Avusturya arşidüşesi, Macaristan ve Bohemya kraliçesi oluyor ve kocasını ortak yönetici ilan ediyor.
Babasının Habsburg topraklarının tek varisi olmasını güvence altına almış olmasına karşın onun ölümünden sonra komşuları çeşitli taleplerde bulunmaya başlıyor. Bavyera Seçicisi Karl Albrecht ve İspanya Kralı V.Felipe Maria Theresia’nın varislik hakkını tanımak istemiyor. Prusya kralı olan II.Friedrich [Büyük] Silezya’nın Prusya’ya verilmesi karşılığında Avusturya’ya yardım öneriyor fakat Maria Theresia’nın bu öneriyi kabul etmemesi üzerine Aralık 1740’ta Aşağı Silezya’yı işgal ediyor. Bavyera ve onu destekleyen Fransa da saldırıya katılınca sekiz yıl sürecek olan Avusturya Veraset Savaşları başlıyor.
16 tane çocuğu vardı. 11 kızının 10 tanesini politik amaçlar ile evlendirerek tüm Avrupa hanedanları ile yakın ilişkiler kurmuş ve bu sayede politik olarak da çok güçlenmiş. Kutsal Roma İmparatoru II. Leopold’un annesiydi.Kızlarından birisi “Ekmek yoksa Pasta yesinler” sözü ile ön plana çıkan ve Fransız İhtilali’nde giyotinle idam edilen Fransa Kraliçesi Maria Antoinette imiş.

Maria Theresien Platz’da bulunan ve kendimi Kelebekler evi yerine nasıl olduğunu anlamadığım bir yanlış anlama sonucu Doğa ve tarih müzesi (Naturhistorisches Museum)nde buluyorum.
Doğa Tarihi Müzesi (Naturhistorisches Museum) türünün en büyüklerinden, dünyanın en büyük, en eski ve en önemli doğal tarih müzelerindenbiri. Mevcut bina 1889 yılında tamamlanmış. 1750 yılında Maria Theresa'nın kocası İmparator Franz I. Stephan tarafından kuruldu.Viyana'da 19. yüzyıldan beri var olan Doğa Tarihi Müzesi'nde ise Vikipedi'ye göre 8700 metrekarelik alanda 30 milyon obje sergileniyor. Müzenin en önemli eserleri arasında 1908'de Wachau Vadisi'ndeki Krems'te bulunan yaklaşık 25 bin yaşındaki Willendorf Venüsü ve diplodocus türüne ait dinozor iskeleti bulunuyor. Dünyanın en eski ve en büyük göktaşı kolleksiyonuda bu müzede. 39 salonunda değerli madenler (altın,topaz vs.) nadir fosiller, dev dinazorlar,orjinal iskeletleri doldurulmuş hayvanlar, göktaşları var. Hızlandırılmış turla bile ancak 2 saatte bitirebiliyorsunuz. Buraya en az yarım gün ayırmanızı tavsiye ederim.
Ayrıca internet sitesinde hazırlanmış videoyu da http://www.nhm-wien.ac.at/en/museum linkten izleyebilirsiniz.
Burgring 7, 1010 Wien, Avusturya adresinde bulunan müze Pazartesi,Perşembe,Cuma,Cumartesi ve Pazar günleri 09:00–18:30 Salı Kapalı Çarşamba 09:00–21:00 saatleri arası açık
Detaylı bilgi için http://www.nhm-wien.ac.at/ Giriş ücreti 10€























































Müze çıkışında Demel Pastanesinde Apfelstrudel yemek istiyorum . Karşı caddeye geçip Hofburg sarayının önünde geçerek HeldenPlatz üzerinden Kohlrmartk caddesine geliyorum. Kohlmarkt ve Graben caddeleri birbirini kesen ünlü alışveriş mağazalarının olduğu bizim Beyoğlu tarzında ışıklı cıvıl cıvıl bir cadde.


Demel Viyana'nın en ünlü pasta evi. Ününün sebebi aynı zamanda kraliyet ailesinin de pastalarını yapması ve yüzyıllardan beri bu geleneği devam ettirmesi Kohlmarkt caddesi 14 numarada yer alan Demel Pastanesi Apfelstrudel ve Socher Torte’si ile ünlü.
Herşey 1786 yılında şekerleme çırağı olan Ludwig Dehne’nin Wuerttemberg’ den Viyana’ya yerleşmesi ile başlamış. Dehne dondurulmuş gıda,kendi üretimi olan şekerler,reçel dolu çörekler,börekler bunun yanında çeşitli pastane ürünleri satmaya başlamış. 1857 de Dehne´nin oglu dükkanı, basyardimcisi Christoph Demel´e satmis. Demel´in ogullari da pastahaneye „K. u. K. Hofzuckerbäcker Ch. Demel’s Söhne“ adini vermisler. K. u K title ’ı ile de saraya satis yapan firmalar arasina girmisler.Su anki bulunduklari yere 1888 de gelmisler. Binanin ic dekorasyonu o dönemin ünlü ic mimarlari Portois ve Fix tarafindan,Rokoko stilinde yapilmis. 1918´de Avusturya´da monarsi kaldirilmasina, bunu takiben cikan yasaklara ragmen Anna Demel hala etiketlerde K.u.K logosunu kullanmis. Sonraki yillarda firma bircok defa el değistirmis ve su an bir türk firması olan Do&Co’nun yönetimindeymiş.
Detaylı bilgi için: http://www.demel.at/en/frames/index_demel_geschichte.htm inceleyebilirsiniz.




18. yüzyılda Habsburg İmparatorluğu zamanında popüler olmuş Apfelstrudel. Bu tatlının en önemli özelliği ise yufkasıymış. “Strudelsiz bir gün, yıldızsız bir gökyüzünden farksızdır” demiş bir zamanlar Avusturya kralı Franz Joseph. En eski strudel reçetesi 1696 yılında yazılmış el yazması bir reçete ve Viyana halk kütüphanesinde bulunuyormuş. Strudel Almanca kökenli bir kelime ve "girdap" anlamına geliyormuş "Aşk Tatlısı " olduğu söylenen strudelin adının usta bir aşçının sevgilisine yazdığı mektubu hamurun içine koymasından geliyormuş.

Demel Pastanesine giriyorum Viyana’nın her yerinde olduğu gibi pastanedede bir Türk satış personeline denk geliyorum ve bize sonunun kaldığını bugün denemememizi tavsiye ediyor bizde onu dinliyor ertesi günü tekrar denemek için pastaneden ayrılıyoruz.
Mademki Apfelstrudel yiyemedik bari Viyana’da meşhur diğer bir tatlı olan Sacher torte yiyelim diyoruz ve Kartner Strasse caddesinin başında bulunan Sacher Otelin altındaki Sacher cafe’ye gidiyoruz. Fakat öyle yemek kolay değil kapı girişinde hemen bir engelle karşılaşıyorsunuz biri sizi karşılıyor ve rezervasyonumuzun olup olmadığını soruyor eğer rezervasyonunuz yoksa öncelikli olarak rezervasyonlu müşterilerin oturmasını bekliyorsunuz.

Eskiden bizim Beyoğlu’na çıkılırken en güzel kıyafetler giyilir özenilir bezenilirmiş Viyana’da hala bu devam ediyor gelen bayanlar ve beyler çok şık elbiselerini giymiş şapkalarını takmış Sacher Torte yemeye gelmişler manzara ve özen süper. Yaklaşık 20 dk kadar bekleyip içeri buyur ediliyoruz. Önce kabanlarımızı vestiyere bırakmamız için yol gösteriliyor kaban başına 1 € ödeyip kabanlarınızı vestiyere teslim ettikten sonra gösterilen masaya oturuyorum. Ve bir Sacher Torte ve Melenge kahvesi sipariş ediyorum. Bir Sacher Torte ve bir kahve için 8 € ödüyorum.



Socher Torte pastasının karisimi ilk önce 1830´lu yillarin basinda ,Franz Sacher tarafindan ,16 yasinda iken soylu bir ailenin yaninda ciraklik yaptigi dönemde ortaya cikmis. Daha sonra onun oglu Eduard Sacher, DEMEL´de ciraklik yaptigi dönemlerde çikolata kaplamasi ve kayisi marmelati olayini eklemis. O dönemden beri Viyana´nin en ünlü pastasi haline gelmis.Daha sonra zaten o da ayrilarak Sacher restorant ve otelini kurmus.1960 li yillarda mahkemelik de olmuslar, sonucta „Orjiginal Sacher Torte(hotel in ürettigi) sanırım. İkisi arasinda gercekten cok az bir tad farki varmış. Şekil olarak fark ise Demel´inkindeki marmelatin ,üsteki çikolata kaplamasinin hemen altinda degil, pastanin ortasinda ,bir kat olarak sürülmüs olmasıymış.
Tadına gelince; çikolatası bana göre çok ağır (ben fazla çikolata sevmediğim için olabilir) Yoğun çikolata tadının yanında damakta limon tuzunu andıran tane tane ekşili kayısı tadı bırakan bir pasta.
Melenge kahvesi ise cappuchino benzeri kreması ve köpüğü bol bir kahve. Savaşın yıkıntısı ve zararı çok olsada bazende birilerine yararı olabiliyor aynen Viyana Kuşatması sırasında Osmanlı’nın Viyana kazandırdıkları gibi.
Kahvenin Viyana’ya ilk gelişiyle ilgili farklı farklı hikayeler anlatılıyor. Bunlardan birincisi, II. Viyana Kuşatması sonrası esir düşen Türk askerlerinin Viyanalılara yanlarında kalan kahve ile kahvenin nasıl pişirileceğini Viyanalılara öğretmesiyle başladığı. Diğeri ise 1685’te Johannes Diadato ismindeki bir Osmanlı Ermenisi’nin, Viyana’da ilk kahvehaneyi açmasıyla şehirdeki ilk kahve kültürünün atılmış olduğu. Üçüncüsü ise Viyana kuşatmasından başarısızlıkla dönmek zorunda kalan Osmanlı orduları Viyana kapılarından çekilirken geride bol miktarda kahve çekirdeği bırakmış. Bu savaş sırasında Osmanlı ile Viyana arasında tercümanlık yapan, bazılarına göre casus olan Georg Kolschitsky kahvenin tadını bilmekteymiş. Savaş bitince, hizmetleri karşılığı bu 500 çuval kahveyi almış ve kendisine verilen çuval çuval kahve ile Avrupa’nın üçüncü, Viyana’nın ilk cafesini Schlossergasse’de açıp adını ‘Hof Zur Blauen Flasche’ yani ‘Mavi Şişenin Altındaki Ev’ koymuş. Bu arada Cappuchin rahip arkadaşı Marco d’Aviano da acı kahveyi bal ve süt ile tatlandırıp köpürttüğünde elindeki karışımın rengi kendi elbisesini andırdığından, hemen isim babalığı yapıyor ve Kutsal Roma İmparatoru I. Leopold’e sunulan bu özel sunuma ‘Cappuchino’ denmeye başlıyor.
Osmanlı’nın Viyana’ya kazandırdığı ikinci kazanç ise Avrupa’da sabah kahvaltılarında bol bol tüketilen Croissant dedikleri Kruvasan (Ay çöreği). Kahve’de olduğu gibi Kruvasan’dada çeşitli rivayetler mevcut. Bir rivayete göre II.Viyana kuşatması sırasında, pastalarıyla meşhur olan Viyana'da un karneyle veriliyormuş, fırıncılar çöreklerde ölçüyü küçülterek,Osmanlı'nın sembolü olan hilal biçiminde çörek pişirmişler. Bir diğer rivayete göre ise; Osmanlı kuşatmasından kurtulan Viyana halkı günlerce şükran duası etmiş, fırıncılar da sembolümüz olan hilal biçiminde çörek yaparak, şehrin kurtuluşunu kutlamış. Bir diğer rivayete göre ise; Türk toplarının gürültüsünden ekmek yapan fırıncı, elindeki hamuru yere düşürünce, hamur yerde ay biçimini almış ve sonucunda ay çöreği ortaya çıkmış. Bir diğer rivayete göre ise; Viyana'da Strauch ile Heidenschuss sokaklarının birleştiği köşede şaha kalkmış atın üzerinde kılıcı elinde bir Osmanlı askeri heykeli varmış.II Viyana kuşatmasından sonra bu mevkiye dikilen asker heykeli zamanla yıpranınca 19. yüzyılın sonlarında heykelin aynısı yeniden yapılmış. Heidenschuss kelimesinin anlamlarından birisi "Fırıncı'nın darbesi"dir. Heykelin yapılış sebebi de Viyana'yı Türkler'den kurtaran fırıncının anısını yaşatmak. Osmanlı ordusu 1683'te Viyana kuşatması sırasında surları aşmak için top ateşinden daha etkili bir yöntem olan lağım atmayı kullanmışlar. Kale duvarlarının altından kazılan tüneller patlayıcıyla doldurulup ateşlenir, meydana gelen patlamayla surlar yıkılırmış. Kuşatmanın son günlerinde Osmanlı lağımcıları Avusturyalılar'a belli etmeden şehrin surlarına kadar bir tünel kazmış, surlara yaklaşık 400 metre mesafede dükkanı olan bir fırıncı sabahleyin erkenden ekmek ve pastalarını hazırlamak için kalkmış ve hamur yoğururken yeraltından gelen gürültüleri duyunca işini gücünü bırakıp koşa koşa askerlere haber vermiş. Durumu öğrenen Avusturyalı askerler hemen bir karşı tünel kazıp Osmanlılar'dan önce lağımı patlatmış.Fırıncının durumu erkenden haber vermesi Viyana'yı kurtarmış. Osmanlı ordusu Viyana önlerinde bozguna uğratıldıktan sonra, Avusturyalı yetkililer şehrin kurtulmasında katkıları olanları ödüllendirmeye başlamış ve ilk ödüllendirilenlerden birisi Viyana'yı kurtaran fırıncıymış. Viyana'yı savunan Kont Starhemberg, fırıncıya ne istediğini sormuş. Fırıncı da "Türkler'e karşı kazanılan büyük zaferi yaşatmak için Osmanlılar'ın sembolü olan hilali kullanarak bir çörek yapmak istediğini, kahvaltıları süsleyecek bu çöreği yapmaya da sadece kendisinin yetkili kılınmasını" talep etmiş. Böylece Avrupa ülkelerinin kahvaltılarının değişmez parçası kruvasan, ortaya çıkmış. Giyotin kurbanı olan Viyanalı Marie Antoinette,Fransa’ya gelin giderken bu alışkanlığı da yanında götürmüş ve Fransızları bu tat ile tanıştırmış ve Kruvasan Avrupa’ya yayılmış.


Pasteneden çıktığımızda saat 22:30’u gösteriyor gün yoğun geçti artık otele dönme vakti yarın yine yoğun bir gün olacak.
Sabah saat 08:00 kalkıp kahvaltımı ediyorum. Saat 08:30 da grubumuz toplanıyor ve bugünkü porgram başlıyor ilk durağımız Belvedere sarayı. Belvedere güzel manzara anlamına geliyormuş. Viyana’nın en güzel manzarasının buradan göründüğü söyleniyor. Bahçesinden karşıya bakıldığında Rathaus kulesi,Stephansdom kulesi vs. görünüyor.
Hergün saat 10:00 ile 18:00 saatleri arasında açık
Adres: Prinz Eugen-Straße 27, 1030 Vienna Otobüs 69A (Durak: "Quartier Belvedere") Metro: U1 (Durak "Südtirolerplatz")
Detaylı Bilgi için http://www.belvedere.at/en adresini inceleyebilirsiniz.
Saray Viyana Kuşatmasında savunmayı yöneten ve başarılı olan Prens Eugen Savoy’a hediye edilmiş bir saray. Prens daha sonra Avusturya ordusunun başında Osmanlı’lardan Belgradı’da alarak ününe ün katmış. Savaşta kazandıklarını da sanata yatırmış. Bir nevi bizim Pargalımız gibi. Belvedere Sarayı, 1668-1745 yıllarında Savoy Prensi Eugen emri ile mimar Johann Lucas von Hildebrandt´a yaptırılmış.
Yukarı ve Aşağı Belvedere Sarayı Yukarı ve Aşağı Belvedere olarak iki saray olarak barok tarzında yapılmış ve birbirine çok geniş ve gözalıcı bir bahçe ile bağlı.
Yukarı Belvedere Sarayı´nın en önemli özelliği ise 15 Mayıs 1955'da Avusturya'nın II. Dünya Savaşı'n dan sonra özgürlüğüne kavuştuğu anlaşmanın burada imzalanmış olmasıdır. Yukarı Belvedere’de daimi sergiler varken Aşağı Belvedere’de geçici sergiler oluyormuş. Yukarı Belvedere sarayında Ortaçağ sanatı ile empresyonist akımın en ünlü temsilcilerinin önemli tablo ve heykellerini görmek mümkün. Klimt, Monet, Manet, Van Gogh gibi ressamlar ile Rodin gibi heykeltraşların eserleri sergileniyormuş. Ancak Belvedere’nin yıldızı Gustavo Klimt. Klimt’in en önemli tablolarından Öpücük ve Judith sarayın gözdeleri.Maalesef çok istememe rağmen program çok yoğun olduğu için ve bize sadece yarım saat süre verildiği için sarayların içini gezmeden ve o meşhur “kiss” tablosunu göremeden sadece bahçede birkaç fotoğraf çekerek Belvedere sarayından ayrılmak zorunda kalıyorum.












İkinci durağımız Naschmarkt Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma günleri 6.00-18.30 arası Cumartesi 6.00 - 17.00 arası açık
Adres: 1060 Vienna, Avusturya Naschmarkt’a en iyi ulaşma aracı yeşil U4 numaralı metro, Kettenbrücke durağı pazarın girişinde
Bugünkü Naschmarkt’ın olduğu yerde 16. yy.da süt ve süt ürünleri satılıyormuş.İsminin de eskiden süt ölçülen kovaların adı olan Aschen’den geldiği söyleniyor. Yanından geçen nehrin kıyıları ünlü mimar Otto Wagner tarafından kapatılmış ve bugünkü halini almış.Genelde zeytin,sebze, meyve, tatlı, balık, et ve et ürünlerinin satıldığı pazarda zamanla egzotik meyveler satılıyor. Pazarda yok yok aklınıza gelebilecek her şey var. Doğranmış karışık sebzeler bile var at tavaya biraz yağ,oldu sana karışık sebze yemeği  Pazarda toplam 172 sabit tezgâh, dükkân ve lokal varmış. Ayrıca her cumartesi günü köylü pazarı kuruluyormuş. 2001 ile 2004 yılları arasında krizden dolayı birçok dükkânın lokantaya çevrilmesiyle Naschmarkt’ın özelliğini yavaş yavaş yitirdiği düşünülmüş, 2005 yazında çıkarılan yeni pazar yasası ile başka dükkânların lokantaya çevrilmesi önlenerek pazar korumaya alınmış. Pazarın hemen yanındaki metro durağı Kettenbrücke yanına her cumartesi açılan bitpazarı (Flohmarkt) antika severler için uğrak yeriymiş fakat bizim vaktimiz olmadığı için sadece Naschmarkt’ı gezmekle ve bitpazarı uzaktan gözlemlemekle yetiniyorum.







Pazarda dolaşırken yine tezgahlardan birinde Türk bir satıcıya denk geliyorum. Malzemesi karides olan karides şekli verilmiş onların söylemiyle karides köftesi ilgimi çekiyor denemek için satın alıyorum. 3€.
Tadı gerçekten güzel içinde sirkeye benzer ekşi bir tad ve karides tadı var.



Rehberimizin bize verdiği yarım saatlik süre yine bitiyor otobüsümüze dönüyorum. Schönburun sarayına doğru hareket ediyoruz. 15 dk sonra Schönburun sarayındayız.
Adres:Schönbrunn Palace | Schönbrunner Schlossstrasse 47 | 1130 Vienna | Austria Saraya ulaşmak için yeşil U4 metro hattını hattına binip Schönbrunn isimli durakta inmeniz gerekiyor.
Saray sabah 08:30 ile akşam 17:30 arasında ziyaret edilebiliyor. Fakat yaz kış o kadar kalabalıkki biletlerde randevu saatleri var ve verilen saatte sarayı gezmeniz gerekiyor. Audio guide (Türkçesi mevcut) takip ederseniz yarım saatte 22 odadan oluşan asiller katını imperial tur kapsamında gezebiliyorsunuz. Bizim fazla vaktimiz olmadığı için bize tahsis edilen yarim saatlik sürede maalesef sadece imperial tur yapabiliyoruz. Diğer bölümler bir dahaki sefere inşallah
İmperial tur fiyatı ise 11.50€
Habsburg’ların yazlık sarayı olarak kullanılan bu yapı, Fransızların Versailles Sarayı örnek alınarak yapılmış. 1400 Odası varmış fakat 40 tanesi ziyaret edilebiliyor. Schönbrunn Sarayı bir kompleks aslında. Saray, bahçeleri, sarayın karşısında yer alan Zafer Takı (Gloriette) İmparatorluk Saray Araçları Müzesi, Çocuk Müzesi ve Hayvanat Bahçesi ile Palm House sarayın içinde gezilecek yerler arasında.
Habsburg İmparatoru Matthias gezi ve av için kullanılan bu arazide avlanırken tesadüfen güzel bir çeşme bulmuş. Sarayın adınında bulunan bu güzel çeşmeden dolayı; Almanca’da Güzel çeşme anlamına gelen "Schöner Brunnen"kelimesinden geldiği söyleniyor. 17.yüzyılda Habsburg hanedanlarının burada mevcut yazlık bir sarayı varmış 1683 yılındaki 2.Viyana kuşatmasında saray hasar görünce, Osmanlıları yenmesinin ardından İmparator I. Leopold , Barok mimar Bernhard Fischer von Erlach’tan saray halkının yılın yaz dönemlerinde av gezileri sırasında kullanabilecekleri bir av sarayı inşa etmesini istemiş.Sonraki aradan geçen yarım yüzyılın ardından Maria Theresia saray mimarı Nicolaus Pacassi’den Shönburun’u bundan sonra resmi yazlık konut olarak kullanılmak üzere rococo stilinde değiştirmesini istemiş ve 1500 kişiyi bulan saray personeli ile yaz aylarını burada geçirmiş. İmparator I. Karl, 1918 de tahtı bıraktığını bildiren ve Habsburg Hanedanı hakimiyetine son veren anlaşmayı burada imzalamış İmperial Tur ile Maria Theresia’nın bu sarayda doğan ve 68 yıl hüküm süren ve 1916’da bu sarayda ölen büyük büyük torunu Franz Joseph ve eşi Sisi ‘nin yaşamına ait rococo tarzında dizayn edilmiş odaları görebilirsiniz.
İmperial tur ile aşağıdaki odaları gezebilirsiniz.
Muhafız odası; Hükümdarın korumalarının odası. Seramik sobalar gerçekten harika.
Bilardo Odası; bekleme odası olarak kullanılıyormuş.
Franz Joseph’in ziyaretçilerini kabul ettiği rococo tarzında bir oda Franz Joseph’in çalışma odası;
Franz Joseph’in yatak odası
Teras,merdiven ve tuvalet odası; Sisi yazı odası olarak kullanırmış merdiven odasını mektup günlük ve şiir yazarmış. Önceden zemin kattaki özel dairesine giden bir döner merdiven varmış monarşiden sonra kaldırılmış. Tuvalet ise Sisi’nin güzellik bakımına ayrılmış bir yermiş. Sisi güzellik bakımı ve spora çok zaman ayırırmış sürekli diyet yapar ve çok az yemek yermiş.Yerlere kadar uzanan saçlarının bakımı saatler alırmış.
Franz Joseph ile Elizabeth (Sisi) yatak odası; Franz Joseph 1854 yılında o zamanlar henüz 16 yaşında olan kuzeni Elizabeth ile evlenmiş. Eşini çok severimiş fakat Sisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sisi bir söyleminde “Evlilik saçma bir kurumdur. 15 yaşında bir çocukken satılırsınız ve anlamadığınız bir yemin eder sonra 30 yıl veya daha uzun bir süre pişman olur ama bu yeminden geri dönemezsiniz. “ demiş. Sisi katı kuralları olan saray hayatını red etmiş bağımsız bir hayat sürmüş kendini seyahatlere vermiş nadiren Viyana’da bulunmuş. 1898 yılının Eylül ayında 61 yaşındayken Cenevrede İtalyan Luigi Luccheni adlı İtalyan anarşist tarafından okla öldürülmüş.
Elizabeth’in kabul Salonu;
Ailenin Yemek odası;
Çocuk odası;
Sarı salon;
Aynalı oda;Maria Theresia bu odayı aile içindeki kutlamaların yanı sıra küçük konserler için kullanılırmış. 1762 yılında imparatoriçe önünde 6 yaşındayken Mozart ilk konserini vermiş.
Büyük Galeri; Hanedan üyelerinin balo resepsiyon ve gala yemekleri vermek için kullanılırmış. 40 metre uzunlukta 10 metre eninde rococo tarzı bir salon. Gerçekten muhteşem
Küçük Galeri; isim günleri ve doğum günü kutlamaları için kullanılırmış.
Odalar Hakkındaki daha detaylı bilgiyi http://www.schoenbrunn.at/en/services/media-center/audio-guides.html’den dinleyebilirsiniz. Detaylı bilgi için http://www.schoenbrunn.at/ adresini inceleyebilirsiniz. Benim tavsiyem bu bölgeye bir tam gün ayırmanız ve hepsi dahil bilet alarak tümünü gezmeniz.




Saraydan çıktığımızda saat 13:00 ‘ü gösteriyor artık yemek zamanı. Grubumuzla yemek yiyeceğimiz Shönburun metro istasyonuna çok yakın olan restaurant’a kadar gidiyorum ve kalabalık grubumuzla yemekte geçecek 3 saattense gruptan ayrılıp öğleden sonrasını tek başıma sokaklarda dolaşarak geçirme kararı alıyorum . Metro istasyonuna gidip 2.10€ vererek tek geçişlik bir bilet alıp yeşil U4 hattını kullanarak Karlzplatz metro istasyonunda iniyorum.
Civardaki dikkat çekici yapılardan biri Karlsplatz Tren İstasyonu. Otto Wagner ve Joseph Maria Olbach tarafından tasarlanan ve 1899'da açılan istasyon 1981'de metro yapıldıktan sonra yıkılmak istenmiş. Ancak halkın tepkisi sonucu yıkılmasından vazgeçilmiş ve yenilenerek sergi mekanı ve kafe olarak hizmete açılmış.

Metro’dan çıkınca sağ tarafta karşımda Karlskirche kilisesini görüyorum önündede noel zamanı olduğu için kurulmuş bir panayır. Hemen Panayırın içine dalıyorum burada ne yokki noel süsleri, pastalar, kekler, çocukların eğleneceği çeşitli oyuncaklar, buram buram tarçın kokan sıcak şarap, bir önceki gün belediye binası önündeki noel markt’a çok benziyor ama burası bana daha keyifli geldi. Gezinirken kulağıma müzik sesleri çalınıyor sesin geldiği yöne doğru yöneliyorum. Yine o minik dükkanların birinde bir grup hem çalıyor hem söylüyor etrafında masalar insanlar ayakta bir yandan sıcak şarap içiyor bir yanda müzik dinliyorlar. Aralarına kaynıyorum hemen , müzik ve grup o kadar keyiflilerki kendimi onları dinlemekten alamıyorum yarım saat kadar dinliyorum sonra zamanım çok fazla olmadığı için kalbimi ve kulaklarımı orda bırakıp Karlskirche kilisesine doğru ilerliyorum.




Bölgenin en dikkat çekici yapısı Karlskirche.
Adres: Kreuzherrengasse 1, 1040 Wien, Avusturya
Giriş ücreti 8€.
Detaylı bilgi için: http://www.karlskirche.at/ adresini ziyaret edebilirsiniz.
Şehrin en önemli barok kilisesi. 1576-1578 yılları arasında, şehirde, veba hastalığına yakalananların umudu olan “Kardinal Karl Borromaeus” anısına 1713 yılında, Maria Theresia’nın babası VI.Karl’ın isteği üzerine Fisher von Erlach tarafından yapımına başlanılmış ve oğlu tarafından 1737 yılında tamamlanmış. Giriş ve kubbe, Antik Roma ve Yunan mimarisi; iki kale kapısı ve minareye benzer iki sütunlarda ise doğu mimarisi esintileri var. Sütunlardan soldaki sadakati, sağdaki ise cesareti simgeliyormuş. Giriş kısmında vebadan çekilen acılar betimlenmiş.






Önce kilisenin girişinde üst kata çıkıp müzeyi geziyorum.





Daha sonrada alt kata inip Kilisenin içini geziyorum.









Aldığımız biletle kilisenin içinde bulunan asansörle çatıya çıkmakta dahil. Bende tepeden Viyana manzarası merak ediyorum ve asansörle tepeye çıkıyorum. Asansörün bittiği yerden tepeye çıkmak için yürüyerek 9 kat daha çıkıyorum. Çıktığım yerde küçücük bir teras ama terasta denemezya etrafı tel örgülerle kaplı kapalı küçücük bir yer üzerinde 4 kişi zor duruyorsunuz. O kadar yorgunluğa değer mi? bence değmez. Tepeden göreceğiniz manzarada aşağıdaki fotoğraftan ibaret. Asansörle tekrar aşağı inip gezime devam ediyorum.

























Kiliseden çıkınca yine panayır alanına geri dönüyorum hemen kilisenin önünde bulunan samanlardan oluşan çocukların eğlenmesi için oluşturulmuş alan çok keyifli çocuklar neşe içinde samanların içinde oynuyor aileleri ise hemen yanı başlarında sıcak şarap içiyorlar. Bende birkaç fotoğraf çekip yoluma devam ediyorum. Hedefim Stephansdom.






Kartner Caddesinin sonunda bulunan Aziz Stephan Katedrali (Almanca: Stephansdom, asıl ismiyle Domkirche St. Stephan zu Wien) ;yapımına 1240 yılında başlanmış, 1365 yılında tamamlanabilmiş. II.Dünya Savaşında ise, çatısı yıkılmış ve 1952 yılında onarılarak, yapı, yeniden ziyarete açılmış, Viyana'nın en önemli simgesi.Metro ile gelirseniz Stephanplatz Metro durağında inmeniz gerekiyor. Katedralin kulesi o kadar yüksekki her yerden görüp Katedrale ulaşabiliyorsunuz.
Katedralin girişinde bulunan heykeldeki Giovanni Capistrano. Üzerine bastığı kişi ise bir Osmanlı akıncısını temsil ediyormuş. Giovanni, Avusturyalıları Osmanlı’ya karşı örgütleyen bir azizmiş.Birkaç fotoğraf çektikten sonra katedralin içine giriyorum.



Viyana piskopoposluk ruhani dairesinin ana kilisesi ve Viyana Başpiskoposu Christoph Schönborn'nun ikametgahı. Günümüzde Roma mimarı tarzı ve Gotik tarzıyla görünür. Avusturya Dükü IV. Rudolf tarafından geniş bir şekilde yapımına başlanan kilise daha önceki iki harabe kilise üzerine yapılmış. Dünyanın en uzun kiliseleri arasında yer alan katedral Viyana tarihinde pek çok önemli olaya tanık olmuş ve renkli çatısıyla birlikte şehrin en tanınan sembollerinden biri olmuş. Viyana'nın pek çok yerinden de görülmesi de bir başka özelliği.

Ana girişin, iç duvarında: “05” rakamı varmış ve bu sayı: Nazilere karşı, 1944 yılında başlayan Avusturya direniş hareketinin kod numarasıymış. 5 rakamı, alfabenin beşinci harfi olan “E” harfini temsil ediyormuş. “OE” ise, “Österreich” yani “Avusturya” sözcüğünün ilk harfiymiş. Ben girerken bu detayı gözlemlemeyi atladım ama parantez bir bilgi olsun diye yazdım. Büyük ana kapının ismi Riesentor dev geçit olarak isimlendirilmiş. 13.yüzyılda, yapı inşa edilirken, burada büyük bir kemik bulunmuş ve bu kemiğin Nuh tufanında boğulan, bir devin baldır kemiği olduğuna inanılmış. Ancak, daha sonraki yıllarda, büyük bir mamutun kaval kemiği olduğu ortaya çıkmış. Ancak, bu gerçek ortaya çıkana kadar, bu kemik, bu kapıda asılı kalmış. Kulenin tepesinde şeytana karşı gardiyan olan horoz sembolü var. Karanlığın şeytanı ifade ettiği ve Horozunda ışığın habercisi olduğu için şeytana gardiyanlık ettiğine inanıldığından dolayı bu sembol varmış. Stephan Katedrali’nin “Steffl” isimli 137 metre yükseklikteki çan kulesine 7x7x7=373 basamak çıkarak ulaşılabiliyor.Tepesinde gözlem platformu var. Bu kulede, ayrıca, 20 ton ağırlığında bir çan var. Çanın ismi: Pummerin çanı. Çan: 1683 yılında Osmanlı kuşatması sonucunda bölgede bırakılan Osmanlı toplarının eritilmesiyle yapılmış. Halk arasında Türk çanı olarakta isimlendiriliyormuş.Ancak, bu çan, 1945 yılında hasar görmüş. Yanlızca: özel günlerde kullanılıyormuş. Katedralinin çan kulesinde 1534'de ihdas edilen; Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak Viyanalı'lara haber vermekle görevli bir memuriyette varmış fakat 1956'da Viyana Belediye meclisince Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından ve bu görevin lüzumu olmadığı için. kaldırılmış.Ben daha önce okuduklarımdan ve gördüğüm fotoğraflardan dolayı kuleye çıkmayı çok kaydadeğer bulmadığım için kuleye çıkmıyorum. Katedrale giriş ücretsiz fakat kuleye çıkmak için ücret ödemeniz gerekiyor.
Katedralin İlgi çekici çatısı 250.000 den fazla parçadan oluşan çiniden oluşuyormuş. Katedralin içinde mezarlar da yer alıyor. Ancak mezarların sadece bir kısmı ziyarete açık. Viyana başpiskoposunun mezarı da buradaymış. 12. yüzyıldan beri Viyana’nın en büyük katedrali olarak bilinen bu yapı, Mozart evliliğine, çocuğunun vaftizi törenine, ölümünden sonra cenaze töreninede ev sahipliği yapmış.
Katedralle ilgili okuduklarım arasında birde söylenti mevcut Kızıl elma. özellikle Oğuz Türkleri için, ülküler veya düşleri ifade ediyor ve bazen zaferin işareti, bazen hakimiyetin sembolü, bazen de fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü. Meşhur kızıl elmanın bir ucunun, bu katedralde bulunan bir top olduğu söyleniyormuş. Hatta, bu top üzerinde “ay-yıldız” işareti varmış. İstanbul’un fethinden sonra, kızılelma’nın, Roma’da bulunan St.Pierre Kilisesinin mihrabındaki “altın top” olduğu ileri sürülmüş. Detaylı bilgi için : www.stephanskirche.at/ adresini inceleyebilirsiniz.










Katedrali dolaşıp birkaç fotoğraf çekiyorum mevsim kış olduğu için hava çok erken kararıyor bende gün ışığını değerlendirmek istediğim için bugün öğle yemeği yemedim saat 16:00 oldu ve ben hala yemek yemedim,havada karardı. Gün boyu aklımda Viyana’da Schnitzel’in mekanı olarak bilinen ünlü Figlmüllerde ne olursa olsun Schnitzel yemek vardı.Havada karardığına göre artık vaktimi yemeğe ayırabilirim. Katedralden çıkıyor ve katedralin birkaç sokak ötesinde bulunan Figlmüller’e doğru yöneliyorum.
Figlmüller’in iki şubesi var Wollzeılle 5 1010 Wien adresindeki pasaj içinde bulunan ilk kurulan şube sadece randevu sistemiyle çalışıyor benim randevum olmadığı için aynı sokağın devamında (zaten gördüğüm kuyruktan doğru yerde olduğumu anladığım) Backerstrasse 6 1010 Wien adresindeki diğer şubesine doğru ilerliyorum.

Herhalde 20 masa kadar beklemem gerekiyor diye düşünürken hemen önümde Türkçe konuşan iki kişi dikkatimi çekiyor ve sıranın ne sıklıkta ilerlediğini soruyorum. Beklerken tanışıyoruz Tarık ve Mansurla.Neyseki sıra çabuk ilerliyor 20 dk’lık bir beklemenin ardından nihayet masadayız.

Orijinal Schnitzel’in domuz etinden yapıldığını ve porsiyonların çok büyük olduğunu biliyordum Tavuk olanını ve yarım porsiyon tercih ediyorum yanındada olmazsa olmazı patates salatası.
1905 yılında Johann Figlmüller tarafından kurulan Figlmüllerdeki Schnitzel’in özelliği Sadece bitkisel yağda, önce çok yüksek ısıdaki yağ olan tavada 30 saniye Schnitzel’in rengi sarıya dönene kadar, ilk pişirmenin ardından kızgın yağ olan ikinci tavaya ve en son da daha düşük ısıdaki üçüncü tavada kızartılıyormuş.
Detaylı bilgi için http://www.figlmueller.at/en/welcome.html adresini inceleyebilirsiniz.

15 dk lık bir bekleme süresinden sonra Schnitzel’im geliyor, ince çıtır çıtır ama sert değil ağızda dağılıyor İstanbul’da yediklerimiz gibi buram buram yağ kokmuyor daha hafif, gerçekten ününü hak ediyor yanındaki patates salatası ise enfes bir tat. Eğer tatlı ve tuzluyu karıştırarak yemeyi seviyorsanız eminim bu salatayı çok beğeneceksiniz. Bende afiyetle Schnitzel ve patates salatamı yiyor Tarık ve Mansur’la sohbet ediyorum.




Akşam şirketimizin gala yemeği olduğu için saat 18:00 de otelde olmam lazım saat 17:30 da yemeğimiz bitiyor bende Kartner caddesi üzerinden yürüyerek otelime dönüyorum. Hazırlanıyor ve gala yemeğine dahil oluyorum. Eğlence sabahın erken saatlerine kadar devam edecek ama yarın çok vaktimiz yok saat 12:00 grupla beraber havaalanına gitmek için ayrılacağız ve ben bu kısa süreyi değerlendirip ara sokaklara dalıp şehrin biraz daha tadını çıkarmak istiyorum onun için otele gece 24:00 dönmek üzere yemekten ayrılıyorum ve otelime gelip uyuyorum.

Sabah saat 08:00 de kalkıyor kahvaltımı ediyor ve 08:30 da otelden çıkıyorum. Bugün saat 12 de otelde olmam gerekiyor Pazar günü olmasınında avantajını yaşayarak sessiz sokaklarda gezinip şehri yaşamak istiyorum. Intercontinantel otel’den çıkıp Stadpark’ı sağınızda bırakıp sol tarafa doğru ilerlerseniz caddenin birleşim noktasında sol tarafta Schwarzenbergplatz ‘da Sovyet savaş anıtını (Heldendenkmal der Roten Armee) göreceksiniz.
12 metre uzunluğunda yarı dairesel beyaz mermer sütunlu bu anıt ; II. Dünya savaşında Hitler’den Viyanayı kurtarmak için ölen 17.000 sovyet askerin anısına 1945’te yapılmış bir teşekkür anıtı. Peki, Hitler kim? Avusturyalı bir gümrük memurunun oğlu! Avusturya’yı bir Avusturyalı’dan kurtaran Sovyet askerleri için teşekkür anıtı :)



 Anıtı arkama alıp opera binasına doğru yöneliyorum. Maalesef binayı sadece dışarıdan görmekle yetinmek zorundayım opera binasında bir klasik müzik dinlemek vakit darlığından kısmet olmadı ama bir dahaki sefere listenin başlarında olacak.

Opera binası ile Sacher otel arasındaki caddeden devam edip Albertina müzesinin önüne çıkıyorum. 65.000'den fazla çizimin yanı sıra ağaçbaskı, taşbaskı ve gravür gibi tekniklerle yapılmış bir milyondan fazla baskı eseri ve bir o kadar da modern grafik çalışmalardan oluşan koleksiyonu ile dünyanın en geniş ve en önemli grafik eser koleksiyonlarından birine sahip bir sanat müzesi olan Albertina pazar günü ve erken saat olduğu için ve müze saat 10:00 da açıldığı için maalesef dışarıdan birkaç fotoğraf çekerek sokaklarda dolaşmaya devam ediyorum. Detaylı bilgi için : http://www.albertina.at/en sayfasını ziyaret edebilirsiniz.





Albertina müzesinin tam karşısında Mozart Kafe var. Benim harcayacak fazla zamanım olmadığı için burada oturup kahve keyfi yapamadım ama sizin vaktiniz varsa mutlaka uğrayıp burada kahve için.
Ara sokaklarda dolaşırken kulağıma klasik müzik tınıları geliyor sabahın erken saatleri olduğu için sokaklarda sessiz ve ben müziğin tadını çıkararak Hofburg sarayının önüne oradanda ring bulvarı üzerinden devam edip Parlamento binasının önüne çıkıyorum.








HOFBURG SARAYI


PARLAMENTO BİNASI




Parlamento binasının içini daha önceden fotoğraflarda görmüştüm ve çok ilgimi çekmemişti dışarıdan birkaç fotoğraf çekip Rathaus önünden artık dönüş yoluna geçiyorum ve Kohlmarkt caddesine iniyorum.
Bir gün önce deneyemediğim Demel pastanesinin ünlü Apfelstrudel’i bu sefer mutlaka denenmeliydi. İçeri giriyorum ve bir dilim satın alıp paket yaptırıyorum. Bir dilim için 4€ ödüyorum.



 Demel pastanesinden çıkıp Graben caddesine ilerliyorum. Graben caddesi üzerinden oturup dinlenilecek banklar yapılmış bende bunlardan birini mesken ediniyor hem Apfelstrudel’imi yiyor hemde etrafı izliyorum.Apfelstrudel kat kat ince açılmış ağızda dağılan hafif çıtır bir hamurun içine konulmuş tarçınlı,cevizli,elma marmelatı, krema ve pudra şekerinden oluşuyor. Tadı bizim elmalı kurabiyeye benziyor sadece hamur yerine yufka kullanılmış ve içine bol malzeme konmuş birde şekeri daha az tutulmuş. Oldum olası etrafı gözlemlemeyi severim etrafı gözlemleyerek tatlımı yemek çok keyifliydi.

Sağlı sollu ünlü markaların mağazalarının bulunduğu bu caddedeki dükkanların çoğu Pazar günü kapalı.Bir gece önce vitrinlerinde canlı mankenlerin olduğu adım atamayacak kadar kalabalık olan bu caddeyi böyle sakin görmekte büyük keyif.










Tatlımı yedikten sonra Graben caddesi üzerinde yürümeye devam ediyorum ve Veba Anıtı (Pestsaule) ile karşılaşıyorum. Anıt ihtişamlı ve güzel ama hikayesi maalesef hüzünlü. Avrupa’yı kasıp kavuran ve tarihe Büyük Veba Salgını olarak geçen, kara ölüm olarakta bilinen hastalık, Avrupa’nın nüfusunun üçte birinin salgına yakalanarak ölmesine neden olmuş. Salgın, Ortadoğu, Hindistan ve Çin de dahil olmak üzere yaklaşık 75 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanmış. Kara ölüm denmesinin sebebi ise hastalık sonucunda deri altı kanamalar yüzünden derinin siyaha dönmesiymiş. Salgın ilk olarak Uzak Doğu’da ortaya çıkmış ticaret amaçlı yapılan İpek Yolu kervanları vasıtasıyla yayılmış. Veba’nın Avrupa’ya ulaşması ise o dönemde Rusya’ya hakim olan Tatarlar, Cenevizlilerin ellerinde tuttukları Kırım `daki Kefe Kalesi’ni kuşatmış ancak ordu hastalıktan perişan olunca kuşatmadan vazgeçmek durumunda kalınmış. Vebaya Cenevizliler’in sebep olduğuna inandıkları için bu hastalıktan ölmüş askerlerin cesetlerini mancınıklarla Cenevizliler’in kalesine fırlatmışlar. Cenevizliler cesetlerden hemen kurtulsalar da virüs onlar arasında da hızlı yayılmış.Hemen ardından gemilerine binip Akdeniz `e doğru açılan Cenevizliler uğradıkları limanlara hastalığı da götürmüşler. Viyana’da ise 1679 - 80 yıllarında kara ölümden hayatını kaybeden 75 bin kişinin gömülü olduğu yere kral 1.Leopold tarafından yaptırılan anıt, bu salgında ölen binlerce insanın anısına dikilmiş.

Graben caddesini bitirip Kartner Strasse üzerinde ilerlerken bir dükkanda rengarenk meyve ve sebze şekilleri görüyorum dikkatimi çekiyor yaklaşıyorum etiketinde Marzapane yazıyor ne olduğu ile ilgili hiçbir fikrim yok soruyorum bana tattırıyorlar bizim badem ezmesiymiş aslında ama şekiller o kadar güzelki dayanamayıp alıyorum bende mandalina şekli verilmiş bir tane ve 4 € ödüyorum.



Yoluma devam ederek Stadpark’a geliyorum. Eski zamanlarda insanların buluşup şehrin ortasında yeşillikler içinde sohbet edebildikleri ve sevilen bir yer olan alan Belediye Başkanı Andreas Zelinka tarafından desteklenmiş ve Londra’daki büyük park örnek alınarak Rudolph Siebeck tarafından planlanarak 21 Ağustos 1862’de bitirilmiş ve Viyana'nın halk için yapılan ilk parkı olmuş. Ortasından geçen Viyana Nehri nedeni ile iki parçadan oluşan Stadtpark, 1857’de eski ismi Karolin Köprüsü, 1918 yılından beri de yeni ismi Stadtpark Köprüsü ile birleştirilmiş 1903 ile 1907 yılları arasında ortasından geçen nehrin etrafı asimile edilerek görünüşü daha hoş bir hale sokulmuş. Parkın diğer bir özelliği de altından çıkan içmeler dolayısıyla 1865 ile 1867 yılları arasında Johann Garben tarafından suyun daha iyi kullanabilmesi için Rönesans tarzında bir Kür Binasi yapılmış. Aslında kür amaçlı yapılan bina 1868 yılında Johann Strauss II tarafından verilen konserle daha çok dans baloları ve konserler düzenlenir olmuş. Bir köşesinde konser salonu Kursalon ve onun da arkasında Viyana’nın en bilinen fotoğraf mekanlarından Johann Strauss heykeli bulunuyor. Park o kadar huzurluki etrafta yoga yapan insanlar, gölde ördekler var. Bende biraz yürüyüp parkın tadını çıkarıyorum.






Artık otele dönme vakti. Hemen Stadpark karşısında bulunan otelime geliyor odama çıkıyor ve valizimi alıp grubumun otobüsüne biniyorum. Grubumuzla öğle yemeği yemek üzere Albertina müzesinin hemen altında bulunan Bitzinger Restaurant’a gelip öğle yemeğimizi yiyor ve havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Saat 15:20 deki uçağımıza biniyor ve rötarsız İstanbul’a dönüyoruz. Yine bir yolculuk sonu yine hayat defterime eklenen yeni sayfalar Viyana’dan bana kalan ; sabahın erken saatlerinde boş sokaklarda dolaşırken dinlediğim klasik müzik, temiz sokaklar, buram buram tarçın kokakn sıcak şarap kokularıyla dolu sokaklar,Shönbrunn sarayının muhteşem bahçesi ve odaları İçimde uhde kalanlar ise; Klasik müzik konserine gidememiş olmak,Belvedere sarayında Gustav Klimt eserlerini görememek, canlı kelebek müzesini gezememek ve Shönbrunn sarayının bahçesinde gün batımını izleyememek. En kısa zamanda tekrar görüşeceğiz Viyana buna emin olabilirsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder